


Small Heading
Beden Duygu Düşünce Bireysel ve Kurumsal
Dönüşüm Çalışmaları
Bu sabah ezan sesi ile uyandım.
Beni bu ölüm duygusu ve hüznü ile uyandıranın, sabah sabah, iyi yada kötü ama illa ki programıma virüs salan bu sesin gayesini şimdi daha iyi anlıyorum.
Bunun "yaşasın ölüm var ve bu fani biçimlerimizde ebedi esirler değiliz" gibi bir mesaj vermediğinin de farkındayım şimdi.
Bilakis, "ölüm var ve bu hayatı ona göre yaşa, ölümü hatırla, hesaba çekilme vaktine göre bir gün sür, diri oluşunun uyarılarına kanma" türünden bir manâ içeriyor bu ses.
Ölüleri çağıran, onları mahşer yerinde toplanmaya davet eden, israfilin öttüreceği söylenen 'Sur' borusunun hayali sesine benziyor.
Hayali dedim zira deri perdenin arkasından beliren gölge oyuncularının ses hali gibi buğulu ve büyülü.
Mesela sabah ezanını horoz sesi ile ilişkilendiremem.
Siz ilişkilendirebilirmisiniz?
Çan sesini horoz sesi ile daha bir birlikte düşünebiliyorum mesela.
Horus ölümü değilde daha çok uyanmayı yada uyanma olarak ölümü çağrıştırabilir bana. Uyanma olarak ölümü yani yeni bir güne taze başlamayı.
Muhakkak ne bu ne öteki daha iyi yada kötü. Yada ne yapmak istediğinize göre daha iyi yada kötü. Yada yapmak istediğinize rağmen daha iyi yada kötü. Bu kişinin karar ve farkındalığının varacağı bir netice.
Ben bu sabah yaşamı seçerdim tercih hakkım olsaydı.
Yaşamı seçmiş bir kültüre uyanmayı tercih ederdim.
Günahına değil, sevabına bir güne.
Şikayet değil şükür kültürüne.
Farkı anlatabiliyormuyum ?
Teizm,
bizi kapsayıp aşan ve
bütünden başka bir adla adlandıramayacağımız
ve her birimizin aşkınlığının da kaotik, dişi teminatı olanın varlığının olmaz ise olmazlığına
iman etmek (emin olmak ve emin olduğuma göre eylemek) demek ise.
Teizm belirli ritüeller içermediğinden, kalıplarda düzen bulmak üzere yetiştirilmiş insanların ölüm, afet, kriz vs gibi hadiseler karşısında çaresiz kalıp nasıl bir duruş, davranış seçeceğini bilemediği için boşluğa düşmesine yol açar. Teizm belirli ritüellere bağlandığında ise dine dönüşür. Verili olana isyan etmiş, akıl ve sezgi sahibi, samimi ve dolayısıyla dönemin verili olan dinine asi olan peygamberlerin çıkışları da böyle olmuş olmasın?
Bu kişiler kendilerini kalıba dökmeye ve kendi asliyetlerini dönemin kapital ve iktidarına malzeme haline getirmeye çalışan dinlere isyan etmiş, onlardan soyutlanarak asli varlıklarını keşfe yönelmiş, ama sonra takipçilerinin, durumlar ve hayatın akışı içindeki 'kalıp duruş' taleplerini yerine getirmeye çalışırken din ve belkide ruhsal iktidar tuzağına düşmüş olabilirler mi?
Ustaların yaşamanın ve hürriyetin bir ilim değil, daha ziyade bir sanat olduğunu vurgulamaları bu nedenden olabilir. Bu "kıldan ince, kılıçtan keskince" köprünün üstünden, bu 'suret' köprüsünde yürümek her bir kişinin sanatçı vasfını diriltmeyi gerektirir. Zira kalıplar, katılaştırır ve değişen koşullarda ezber kalıplara göre eylemeyi seçmek tökezletir. Daha da beteri böyle yapmaya çalışan kişileri öfkeli kılar. Belki sadece başlangıçta bir oyunun ciddi kurallarıdır onlar. Tıpkı bisiklete binmek yada bir müzik aletini çalabilmek gibi, unutulabilmeyi ister.
Öyleyse durumlar karşısında anlayışımızı ifade eden yaratıcı duruş ve eylemleri, onları kalıp haline getirmeden , hep yeniden yaratmaktan neden korkalım?
Bu yaratıcı eylemim bir ifade değil,
çünkü bir başka bilince duruşumun dışında bir gönderme yapmıyor, aidiyet göstermiyor.
Bundan mı korkuyoruz? Aidiyetsizlikten, dışına atılmaktan, aidiyetlerin nimetlerinden yoksun kalmaktan, otoriteden pay alamamaktan, ötekince takdir edilmemekten, ötekince sevilmemekten?
Öteki sevemez ki beni.
Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz, kullandığımız daima ve neredeyse sadece süreçtir. Sürecini bilmediğimiz bir ürün asli ilkelerinize zıt bir gücü, eylemi destekliyor olabilir. Bunu bilmemek sizi geçici olarak rahatlatabilir ancak size zıt bir gücün etkisindeki dünyada yaşamaktan sizi kurtarmaz. Kullandığınız her ürün yaşamayı seçtiğiniz dünyaya verdiğiniz onaydır. İster bilin, ister bilmemeyi tercih edin.
A Turkish saying reveals the mentality that we suffer "be crazyblooded (lad) and eat my liver"
"Delikanlı ol, cigerimi ye." kelamının hikmeti üzerine.
Kısaca "bu kafayı kabul etmiş bi halka 'dobra' olup, gözünün içine baka baka (ama gözünüzü kırpmadan) onu donuna kadar soyabilirsiniz" demek.
Marksın işçiler için "zincirlerinizden başka kaybedecek şeyiniz yok" diyerek vahşi kapitalistlere emekçiyi sömürebilmeleri için verdiği tioyu hatırlatıyor bana. Böylece kapitalistler emekçinin önceden bilmediği ihtiyaçları üreterek ve onları daimi borçlandırarak zincirlerini vazgeçilemez derecede değerli kılmayı öğrendiler. Böylece değersiz metali altına çevirmenin , simyanın sırrına da ermiş oldular.
Ancak "delikanı ol ciğerimi ye" sırrı son 10 yıl içinde, topraklarımızda çözüldü. Bunun haklı gururunu (onurunu olamasa da) taşıyoruz.
Bu acı şaka bir yana, mekanizmanın akla değil inanca dayanan zihniyetin sömürülmesi olduğunu vurgulamak istiyorum. Kısaca sömürülen kendi aklını kullanmayı deneyimlemediği için sizin sözünüzü söylerken emin olup olmadığınıza bakarak karar veriyor. İşte aydınlanma çağını yaşamamış mazlum güruhun dramı.