


Small Heading
Beden Duygu Düşünce Bireysel ve Kurumsal
Dönüşüm Çalışmaları


Giriş Sayfasına Dip Not
Kişisel Danışmanlık - Koçluk
Koçluk kelimesini fonksiyonuna uygun olarak kültürümüze ve dilimize tercüme etseydik ‘Refik’ kelimesini kullanmamız gerekirdi. Refik, manevi (kişinin bütünlüğüne, birliğine ve biricikliğine) yolculuğunda yola/dönüşüme talip olmuş kişi ile birlikte yol alan, kendi kanaatini sunmak yerine talibin kendi sorunu üzerinden kendi doğrusunu/çözümünü bulmasında sorular sorarak ona eşlik eden kişidir. Kök kelime olarak “Refik” Arapça “Ref” kelimesinden gelir. Ref kelimesi ise” yükselten, kaldıran” manasındadır. Refik kelimesi kısaca (kök manası da hatırda tutularak) “eşlik eden” olarak alınabilir. Taleb edenin zan perdelerini fark etmesini sağlayıp/kaldırıp onun yükselmesine yardım eder.
Biz burada ne Refik ne refakat eden nede Koçluk kelimelerini kullanıyoruz. Zira her birinin Türkiyemizde ön yargılarla doldurulduğunu, sloganlar ile yaşayan "slogan aklının" kolayca nasıl manüpüle edilip köleleştirildiğini biliyoruz. Ayrıca henüz bir kanunla korunmadığı için kişisel gelişimcilerin bir çoğu koçluk kelimesini kendi yapmakta oldukları uygulamaların başına ek olarak katmışlar, bir süre sonra bu kullanım iyice dejenere olmuş, hatta Türkiyede kimi komedyenlerin dilinde özellikle de "erkek koyuna türkçede koç dendiği için" alay konusu haline getirilmeye başlanmıştır. Burada size bunu apaçık yazmamın gayesi ise aklımızın bu farklara uyanması içindir. Dolayısı ile biz "Kişisel Danışmanlık" tabirini kullanmayı tercih ettik.
Müşteri Yıldızı
Koçluğun danışanı için kullandığı tabir "Müşteridir". Ancak Müşteri kelimesi "yaratılmış kanaat" dolayısı ile okuyucuyu rahatsız edebileceğinden metinde "Danışan" tabirini kullandık.
Müşteri kelimesini doğru yere oturtmak için önce "menfaat" kelimesi ile barışmamız gerektiğini düşünüyoruz. Menfaat kelimesini doğru yere oturtmayıca herkesin "Pir Aşkına" bize hizmet edeceğini zannedip sonra dolandırılıyoruz. Politikacılar üç kuruşa ömürlerini bizler için harcıyacak zannediyoruz mesela. Ama harcanan ülkemizin menfaatleri oluveriyor çoğu zaman.
Asıl mesele mertebeli düşünmeye alışık olmamamamız her var oluşu, her anlamı donuk tek bir düzeyde mutlaklaştırmak ve bu anlam üzerinde yaşamımızda yargıda bulunmamız. Bu tek düzey (mertebe=düzey) meselesini aşmak için tasavvufun "mertebeler" bahsine yada kabaladaki "kaplar" yada Hinteki "çakralar" bahislerini incelememiz faydalı olacak. Biz burada en son geliştirilmiş dolayısı ile anlatım açısından daha tam olduğunu düşündüğümüz "mertebeler" üzerinde durmayı uygun gördük.
Mertebeler nefsin yani kendiliğin düzeyleridir. Kendilikse, Musaya "Sorarlarsa kim diyeyim?" sorusuna karşılık Tur dağında "Yanan Çalıdan" bizzat ifade edildiği iletilen "Ben olan Ben - Ehye Aşer Ehye-" tabiri ile işaret edilmek istenendir. Öyleyse "Nefsinize zulmetmeyiniz (Nefsinizi karartmayınız) çünkü nefs Allahındır (Allah ise "aşikarlığı ile gizli" özne olarak kendini İhlas suresinde Kuranın yazarının özgeçmişi olarak tanımlıyor) " zira Tur dağıda, yanan çalıda, Musada sizde ve her nefes alışımızda bu soruyu sorup "Kim diyeyim" her nefes verişimizde aynı cevabı almakta "Ben olan ben". Anadoluda Yunus şöyle tınlar "Yunus değil bunu diyen. Kendiliğidir söyleyen. Mutlak Kafir (hakikate örtülü) inanmayan (bunun anlamı ile şimdi dolmayan)."
Tasavvuf ilmi mertebeleri Nefs üzerinden sınıflar. Nefs i Emmare , Levvame, Mülhimme ,Mutmaine,Raziyye, Marziyye, Kamile.
Nefsi kendilik olarak çevirirsek ve bunların birbirlerine geçişli olduğunu kalbimizde tutarsak :
Emreden kendilik
Kendini eleştiren kendilik
İlhamlar alan kendilik
Tatmin olmuş kendilik
Razı olan kendilik
Razı olunan kendilik
Tam olan kendilik
Şimdi aynı konuda bu mertebelerin aynı menfaatlere talib olamayacağını sezebilirsiniz. Ancak her biri kendi içinde bütünlük taşır. Bunu müzik üzerinden düşünürseniz daha rahat hissedebilirsiniz. Bir bas ses ile bir tiz sesin ve bir çok ara sesin kendi içinde bütünlüğü vardır. Notalar müziğin içinden seçilip alınmışlardır. Hiç bir nota müzik değildir. Ama müziği analiz ettiğinizde notaları bulursunuz. Her iki nota arasında sonsuz ara ses vardır. Bu ara seslerden birisini seçip bunun armoniklerini yani uyumlu notalararını bulup başka bir müzik oluşturabilirsiniz. Ancak esas olan müziktir. Armonikler birbirlerini var eder yani şeçtirirler. Öyleyse mertebelerede bu şekilde bakabilirseniz hiç bir mertebeyi lüzumsuz bulmazsınız. Ancak her mertebenin içinde olmak aynı derecede öz tatmin yaratmayabilir. Yada her mertebenin her mertebe ile ilşkisinde menfaatleri iyi hesab etmek, fark etmek gerekir. Medeni hukuk insanların çoğunluğu çoğu zamanını emreden kendiliğin hali içinde yaşadığından bu kendiliğe göre yazılmıştır. Zamanında şeriat yasalarıda o dönemin koşullarına göre aynı gayeyi gütmüştür. İşte O dönemin yasalarını bu günde uygulamak, yukarıda bahsettiğimiz ve "evrensel müziğe" şahit olabilmek için kurtulmayı amaçladığımız mutlakçı bakışın işidir. Zaten emreden nefs bu muklaşlaştırmayı yapar. Başka türlü tutunacak yer bulamaz. Bu onun tabiatı olduğu için sanat ve ilimle beslemeli ve kabına sığmaz hale gelinceye kadar sabretmelidir. Aksi halde vahşileşir ve tehlikeli olur. Her birimiz zaman zaman bu hali yaşarız ve geçmişimizde muhtemelen dahada farkındalıksız olarak yaşamışızdır. Önemli olan bu halin ve her halin hakkını vermek, onu samimiyet ile yaşamaktır.
Her kendilik bir başka özdeşleşmeyi gösterir ve bu özdeşliği üzerinden menfaati farklıdır. Dolayısı ile kuracağı ilşki kalitesi de farklı olur.
Emreden yada emir altındaki nefs. koşullar ile özdeştir. Kendine göre iç ve dış koşulları vardır. Koşullar değişince o da değişir. Dolayısıyla koşulları, kendisinin varlığını garanti altına alacak şekilde kontrol edebilmeyi arar. Menfaati bu yöndedir. Hepimiz bunun tam olarak mümkün olmadığını bildiğimiz halde bunu mümkün olabilecek en yüksek düzeyde yapmaya çalışırız. Problem bunu istemek değil bununla sınırlı kalmaktır. Bu düzeyde Müşteri
Kendini eleştiren kendilik, hataları ile özdeştir.Onun var oluşu değer sistemi ile tabiatı arasındaki uyuşmazlığın yarattığı derin kırlmadır. Kendisini o kadar savunmasız kılar ki korkusu kalmaz. Ancak bunu bir düzey değil ama bir geçiş olarak görmek daha uygundur. Çünkü sabit bir özdeşliği yoktur. bu düzeyde Müşteri
İlhamlar alan kendilik, ilhamlar ile özdeştir. Bu ilhamlar ile büyülenip kendinden bilirse derhal emreden kendiliğin düzeyine düşer. Pek çok sanatçı bu düzeyde yaşar. Bu düzeyde Müşteri
Tatmin olmuş kendilik, merkezinde durur, merkezi ile özdeştir.Her şey bu merkezin etrafında dönüşmektedir. Yüksek bir aşk hali içindedir bu düzey. Tam bir birlik hali içindedir. Her zerre bütünün parçasıdır ve bütünü gösterir, kıymetlidir. Adalet bu düzeyde çok önemlidir. Zira şeylerin hakkını veremez ise emir altındaki kendiliğe düşebilir. Bu düzeyde Müşteri
Razı olan kendilik olmakta olanın süreçlerini görür ve süreçle özdeştir. Bir şeyden razı olmanın yolu onun süreçlerine, neden ve sebeblerine vakıf olmakla mümkündür. Bu düzeyde Müşteri
Razı olunan kendilik kendini aşkın bir düzeydir. Çünkü kendinden de bir süreç varlığı olarak olduğu gibi razıdır.
Tam olan kendilik "hiç" ile özdeştir ve her şeyin özdeşliğine girip çıkabilir. Tasavvufta "Kemalat Mertebesi" dedikleri bu mertebedir. Tekillik bu düzeyin tabiatıdır. Bu düzeyde Müşteri
İlk paragrafta bahsettiğimiz gibi, müşteri kelimesinin üzerinde çok rahatsız edici duygusal etiketler yapışmış durumdadır. Bana "müşteri kelimesini kullanmayalım çünkü insanlar yanlış anlıyorlar" dediklerinde bilakis bu kelimeyi doğru anlamına taşıyarak kullanmamız gerektiğini farkettim. Ticaret ve müşter kelimelerinin "bilinç altı duygusal etiketler" dünyasında kirlenmesi demek bu şekilde yetişen insanların köle olması demekti. Çünkü Tüccarın "dönüştürücü (yorumlayıcı)" , "buluşturucu", "değer buldurucu (artı değer)", "merhametli", "savaşları önleyici" vasfını yok sayıp ona "fırsatçı", "gaddar", "emek sömürücü", "kan emici" olarak içimize işlersek kendimizdeki tüccar sıfatını örter ve emeğimizin hak ettiği değeri ona ihtiyaç duyan kişilerle buluşabilme yeteneğini kaybettiririz. Böylece gerçekten hak bilmez, gaddar ve sömürücü kişilerin ellerinde oyuncak olabiliriz.
Bilinç altı tasarımlarımız yaşam senaryomuzda galib gelir ve bunu sağlayan, aynaya baktığınız zaman gördüğünüz yabancıdır. Beyin iyi ve kötüyü bilmez. Ne yazılırsa onu oynar.
Şimdi Müşteri kelimesindeki etiketlere bakalım. Müşteri deyince "keskin dişli tüccarlar" tarafından yenmeye hazır, daima savunmada, ürkek bir varlık bilinç altımızdan bilince doğru süzülür. Oysa bizim kültürümüzde müşteri kutsaldır. Müşteriden hakkının (önceden Ahi ocağı tarafından ürün üzerinden belirlenmiş) dışında menfaat elde etmek büyük günahtır. Ahilik geleneğinden gelen ticaret anlayışı ve tabii bunun o vakitlerdeki aktif kurumu olan Ahi ocağı bunu yapan kişiyi cezalandırır ve piyasadan men ederdi. Ben bu geleneğin son kalıntılarını Sultanahmet piyasasında kısa bir süre yaşama şansını elde ettim. 1988 yılında iş hayatına orada bir ithalat firması kurarak girmiştim. Rahmetli dedem ise bu ahlakın sağlam bir örneği idi ve benim için iş hayatında yol gösterici olmuştu. Daha sonraki yıllarda Stephan Covey'in "Etkili insanların yedi alışkanlığı" okuyunca batıda bunun formülize edilebildiğini görüp çok sevinmiştim. Çünkü "kazan kazan" ilişkisine dayalı bir ticaret anlayışı hem müşteri hemde tüccar için uzun ömürlü , mutlu, güvenli ve besleyici bir ortam sağlıyordu.
Şimdi Müşteri kelimesine tasavvuf (doğu felsefesi) içerisinde giyindiği manaya koçluk açısından bakalım.
Talip, Ruminin ve dönemin astronomlarının “Müşteri Yıldızı” olarak ifade ettiği manasıyla “Müşteri” dir. Batıdaki karşılığı Jüpiterdir ve diyalektik düşünebilme yeteneğini gösterir. Diyalektik düşünme ise bir kavramı zıt kavramı ile yada bir durumu karşıt durumları ile birlikte düşünebilme yeteneğini gösterir. Yüksek öğrenme ve deneyim ancak diyalektiğe hazır bilinç için mümkündür. Koç kişinin bu yükselişine hizmet eder. Burada müşteri ile tabir ettiğimiz kişinin ana niteliğini gördük. Şimdi sosyal planda müşterinin ne ifade ettiği üzerinde duralım.
“Koçluk” batıda geliştirilmiş olup, doğu bilgeliğinin getirdiği adap ve yollarının analiz ve sentezlenmesi ile elde edilmiş, günümüz ihtiyaçları ile buluşturulmuş bir yöntemler birliğidir. Doğu manevi yollarındaki refikin yapısından geliştirilmiş olduğu düşünülebilir. Mesela bir basket maçındaki koçu düşünün. Koç oyuncularla beraber sahaya çıkıp oynayamaz ama öncesinde onların istek ve ihtiyaçları üzerinden stratejiler oluşturmada üçüncü bir göz olur. Oyuncuların ihtiyaç duyacakları zayıf taraflarını görmelerini ve güçlendirmelerini destekler. Hedefe gitmelerini engelleyebilecek sivri taraflarını fark etmede onlara ayna olur. Müşterilerin kendi “zan ve engelleyici inanç sistemleri” ile sakin bir üslup içinde yüzleşmesine koç vesile olur.
Yukarıda tanımladığımız üzere koç neredeyse “yok gibi bir varlık” göstermelidir. Zira müşterinin yaşayacağı hayat kendi hayatıdır, sorumluluğu yine müşteri taşır. Böyle de olmak zorundadır çünkü dönüşecek ve dönüşerek hedefe ulaşacak olan yine müşterinin duygu ve düşünce sistemidir. Öyleyse koçluğa kısaca: Müşterinin ihtiyaçları doğrultusunda, ona kendisini ve olasılıklarını görebileceği resmi ve imkan dahilindeki düşünme yollarını bulmasında eşlik eden kişi olarak tanımlayabiliriz.
1) (Müşteri :Ar iştirāˀ إشتراء ştr iken Ar şirk شرك şrk paylaşma, ortak olma anlamlamını içerir. T(ilke) ş(istek) ile r(yoğunlaşmış enerji) arasındadır. Diğerinde ise r(yoğunlaşmış enerji) ş(istek) ile k(ayıran) arasındadır. Yani şirk kelimesinde ayrımı destekleyen istek bölünme yaratırken Müşteride (M kişileşme, sıfat haline gelme gösterir) ilke(t) istek ile enerjiyi ilişkilendirir. Bu kelimelerin birbiri ile ilişki içerisinde türemiş oldukları düşünülürse anlam belirir. Bu okuma biçimi tamamen zevkidir ve ilmi planda itirazı hak eder ama zevki olduğu için iddia içermez.)
Ümit Arhan Gürel